Ä°mam Humeyni – Müminin Kalbi
Müminin kalbi nuranidir. Kaf’i de yer alan bir hadiste İmam sadık (a.s) şöyle buyurmaktadır: ‘’Bazı insanların kamil bir fesahate sahip olduğundan bir ‘’lam ‘’veya ‘’vav’’ da dahi hata etmediğini, ama kalplerinin, karanlık bir geceden daha karanlık olduğunu görürsün. Bazı kimseler ise kalpleri bir lambadan daha aydınlık olduğu halde, dilleriyle kalplerinde onları ifade edemezler.’’
Müminin kalbi de doğru yol üzeredir ve manevi seyri düz insanlık yolundadır. Zira ilk önce Allah’u Teala’nın cemal ve celal eliyle kırk gün yoğurduğu ilahi fıtrat aslından dışarı çıkmamıştır. Mutlak kemale ve tam cemale teveccüh noktası olan tevhid fıtratı üzere yürümektedir. Bu manevi ve ruhani hareket, yoğrulmuş fıtrat mertebesinden, mutlak kemalin nihayetine kadar hiçbir eğrilik olmaksızın gerçekleşmektedir. Bu yol, ruhani bir doğrultu ve Batıni düz bir caddedir.
Fakat diğer kalpler; fıtratın dışında kalmakta ve doğru yoldan sapmış bulunmaktadır. Nakledildiğine göre Resulullah (s.a.a) yere düz bir çizgi çiziyor ve etrafına da bir takım eğri büğrü hatlar çizerek şöyle buyuruyor: Bu ortadaki düz çizgi, benim yolumdur.
İkinci olarak mümin insan kamil insana uyar. Kamil insan bütün isim ve sıfatların mazharı olduğundan ve Allah’u Teala’nın kuşatıcı ismiyle terbiye edildiğinden, onda isimlerden hiç birinin diğerine üstünlüğü ve tasarrufu söz konusu değildir.
Kamil insan da alemin Rabbi gibi kuşatıcıdır. Mazhariyetinde hiçbir ismin diğer bir isme üstünlüğü yoktur. Vasatiyyet (ortada olma) ve berzahiyyet-i Kübra makamına sahiptir. Seyr-ü sülüku, kapsamlı ismin orta ve düz yolu üzeredir. Diğer varlıklardan her birisinde, kuşatıcı olsun veya olmasın isimlerinden birinin egemenliği söz konusudur ve o egemen ismin mazharı konumundadır. O isimden başlamakta ve o isme dönmektedirler. Bunun karşısındaki isim ise batında olup, onda herhangi bir tasarrufa sahip değildir. Sadece isimlerin cem ehadiyeti yoluyla bir tasarrufu vardır ki bayanı bu makamla uygun olmadığından geçiyorum.
O halde Hak Teala ism-i cam’i ve ‘’rabb’ ul insan ‘’ makamında sırat-ı müstakim üzeredir. Nitekim şöyle buyurmuştur: ‘’ŞÜPHESİZ RABBİM SIRAT-I MÜSTAKİM ÜZEREDİR.’’ Yani hiçbir sıfatın bir sıfata üstünlüğü veya bir isim olmadan diğer ismin zuhuru söz konusu olmaksızın vasatiyyet ve cemiiyyet (aracılık ve kapsamlılık ) makamıdır bu.
Dolayısıyla Allah’ın terbiye ettiği varlık da, hiçbir makamı diğer makamından, hiçbir boyutu diğer boyutundan üstün olmaksızın sırat-ı müstakim üzeredir. Nitekim Suudi (yükseliş ile hasıl olan) gerçek miraçta ve kurb (yakınlık) makamına ulaşmanın nihayetinde, Zat-ı Mukaddes’e ubudiyet izharında bulunduktan, her kuldan her türlü ubudiyet ve ibadeti Zat’ı Mukaddes’e döndürdükten ve bütün kabz-u bast makamlarında ‘’İYYAKE NA’BUDU VE İYYAKE NASTAİN ‘’diyerek sadece Allah’tan yardım diledikten sonra, ‘’İHDİN’AS SIRAT ‘EL MÜSTAKİM ‘’ diye arz eder. Bu sırat, kamil insanın Rabbinin sıratıdır.
Rabbi, zahiriyet ve rububiyyet; kendisi ise mazhariyet ve merbubiyyet (mazhar ve terbiye edilmiş olma ) vechiyle doğru yol üzeredir.
Diğer varlıklar ve ilallah saliklerinin hiç birisi sırat-ı müstakim üzere değildir. Hepsinde lütuf veya cemale yada kahir ve celale bir eğilim vardır. Müminler de kamil insana tabi olduğundan seyr-ü sulükunda onu takip eder; onun hidayet nuru ve hidayet meşalesiyle seyrini sona erdirir, kamil insanın mukaddes zatına teslim olur, kendiliğinden bir adım olsun yürümez, ilallaha olan manevi sülukun niteliğinde akıllarına müdahale hakkı tanımazlar.
Dolayısıyla onların yolu da müstakimdir. İnsan-ı kamil ile haşrolur ve insan-ı kamilin vuslat bereketiyle vuslata ererler. Elbette bunun şartı da saf kalplerini şeytanın ve kendi varlık ve benliklerinin tasarrufundan korumaları ve bu seyr-u sülukta bütünüyle insan-ı kamil ve hatemiyyet makamına teslimiyet içinde olmalarıdır.