Şehadetiyle Destan Yazan Şehid Abbas Musavi’nin Hayatı…
“Alim ve mücahit bir şahsiyete sahip olan Abbas Musavi, öğrendiği ilim ile amel ederek bu uğurda yorulmanın ne olduğunu bilmeyen bir profil çizdi. Fedakârlık ve isarı ile de yürümüş olduğu bu ilahi yolda kararlıca mücadele etti…” (Rehber Ayetullah Seyyid Ali Hamaney)
Abbas Musavi, 1991 yılında Hizbullah’ın genel sekreterliğine getirilir. Ancak bu görevinde sadece dokuz ay kalabildi. Abbas Musavi, 17 Şubat 1992’de, Şeyh Ragıp’ın şehadet yıl dönümü merasiminden dönerken, Siyonist İsrail’in atmış olduğu füzeler sonucu kendisi, hanımı ve bir çocuğu Rabb-ı Rahman’a kavuşurlar.
Yakın tarihimizin İslami direniş önderlerinden ve Siyonistlere karşı verilen mücadelenin yapı taşlarından biri olan Şehit Abbas Musavi, 1952 yılında Nebi Şit şehrinde dünyaya gelir. Babası Musavi, Kerbela’da Hz.Hüseyin tarafından kuşatılan Yezid’in orduları ile savaşta büyük fedakârlık ve kahramanlıklar gösteren Abbas bin Ali (ra)’ın yolunda gitmesini ümit ederek ona “Abbas” ismini koyar. Çocukluğu Lübnan’ın güneyinde bir caminin bitişiğinde olan bir evde geçer. 1967’deki Arapların İsrail’e yenildikleri savaş esnasında Abbas Musavi henüz 15 yaşındadır.
O genç yaşında olmasına rağmen birçok Arap gibi İsrail’in ‘artık yenilmez olduğu’ savına inanmayarak, Filistin’deki direniş güçlerine katılıp İşgalci Siyonistlere karşı savaştı. Siyonistler ile yaşanan bir çatışmada ayağından yaralandığından, Lübnan’a dönmek zorunda kaldı. Tedavi gördüğü esnada Anne ve babası onun ziyaretine gider ve babası kendisine: “Abbas, bu yaşta bu belalara ve acılara nasıl dayanıyorsun” diye sorunca, Abbas Musavi daha küçük yaşında olmasına rağmen ne kadar bilinçli ve mücadeleci bir ruha sahip olduğunu da anlamamıza yarayan şu cevabı verir: “Bu yol düşmanların karşısında zorluk çekmeyi ve direnmeyi bizden istiyor. Bu yol kendinden geçme ve şehadet yoludur” der.
Abbas Musavi, kısa bir tedavi döneminden sonra iyileşip İmam Musa Sadr ile görüşür. Onun telkin ve tavsiyeleri ile İslami araştırmalara karşı Abbas Musavi’de özel bir ilgi ve azim doğar. Bu nedenle Sur şehrine giderek öğrenime başlar. Buradaki eğitimi kendisine yetersiz görünce, o dönemde Şia’nın ilim merkezi olan Irak’ın Necef şehrine gider. Üstün bir zekâya sahip olduğundan normalde 15 yılda tamamlanabilen ilimleri O, beş yılda tamamlar. Bu esnada medrese ilimlerinin yanında İngilizce ve Fransızcayı da öğrenir. Maddi imkânsızlıklardan dolayı eğitim masraflarını karşılayamadığından, eğitimi boyunca onun ders ücretlerini İmam Musa Sadr tahsil eder. Seyyid Abbas Musavi, İmam Sadr ile çok yakın ilişkileri olduğundan dolayı hem kendisinden hem de fikirlerinden etkilenir ve bu doğrultuda kendini yetiştirir.
Abbas Musavi yaklaşık on yıl Necef’te kaldıktan sonra 1978’de ülkesindeki Aşura etkinliklerine katılmak için Lübnan’a gider. O Lübnan’da iken, onun Sadr ailesi ile olan yakın ilişkilerinden ayrıca fikir ve çalışmalarından rahatsız olan Irak’taki Baas rejimi onu tutuklamak için evine baskın yapar. Ancak kendisi evde olmadığı için elleri boş dönerler. Bu baskından sonra hanımı Ümmü Yasir, Abbas Musavi’yi bu baskından haberdar eder. Bu durumdan sonra Seyyid Abbas Musavi, bir daha Irak’a dönmez, bu arada çocuklarını Lübnan’a getirterek buraya yerleşir.
Kendisini sorumluluk sahibi his edip İslam ümmetinin de kurtuluşunun ancak imanlı ve bilinçli mümin bir nesil ile olabileceğini çok iyi bilen Abbas Musavi, Ba’lebek şehrinde “İmam’ül Muntazar” adında bir ilim merkezini (küçük bir evde) kurar. Burasını, Necef’e gitme imkânı olmayan talebeler için uygun bir hale getirir. 1978’de kurduğu bu eğitim merkezini bir yıl sonra artık küçük geldiğinden 1979 yılında İmam Ali Camisi’nin yanında bulanan bir binaya taşır. Bu eğitim merkezinde birçok doktor, mühendis, asker, profesör ve İslam âlimi çıkmıştır. Hatta bugün tüm ümmetin gönlünde taht kuran ve İsrail’in yenilmezlik efsanesine 2006’daki 33 günlük savaşta son veren Hizbullah lideri Seyyid Hasan Nasrallah da bu eğitim merkezinde yetişmiştir.
Abbas Musavi sadece eğitim vermekle yetinmeyerek, her şeyden mahrum köylere gidip halkın sorunlarıyla ilgilenerek elinden geldiği kadarıyla sorunlarını hal etmek için çaba sarf eder. Ayrıca uğradığı yerlerde halka İslami anlatıp onlara “hayatın iman ve cihattan ibaret olduğunu” kavratmaya çalışır. Allah (cc) hiçbir kulun ihlâslı çalışmasını boşa çıkarmadığı gibi onun da bu çalışmalarını boşa çıkarmaz ve kısa bir dönemde o bölgede İşgalci Siyonistlere karşı savaşabilecek şahadet aşkıyla yanıp tutuşan yüzlerce insan ortaya çıkarır. Bugün Güney Lübnan’da özellikle de İşgal topraklarına komşu sınır köylerinde Hizbullah kök salmışsa; şüphesiz ki bu o dönemde Abbas Musavi’nin yapmış olduğu çalışmalardan bağımsız değildir.
Abbas Musavi, Şeyh Ragıp’ın şahadetinden sonra, İşgalci Siyonistler ile savaşmak için Cebel-i Amil tarafına hareket edip ruhaniyet elbiselerini çıkararak askeri üniformayı giyer.
1982 yılında Güney Lübnan’ın, Siyonistler tarafından işgal edilmesiyle, “Gönüllü Mustaz’aflar” adında bir teşkilat kurar ve daha sonra bu teşkilatı “İslami Direniş” olarak adlandırır.
Abbas Musavi’nin, çocukluğundan ta şehit oluncaya kadar en önemli meselesi ve derdi Filistin meselesi olmuştur. Abbas Musavi şehit olduğunda Dr. Fethi Şikaki, onun için şöyle demişti: “Abbas Musavi, Filistin ve Filistinli çocukların hüznü ve derdi için kıyam ve cihadı kendi uhdesine almıştı. Ben onu kendimden daha fazla Filistinli bilirdim.”
“Alim ve mücahit bir şahsiyete sahip olan Abbas Musavi, öğrendiği ilim ile amel ederek bu uğurda yorulmanın ne olduğunu bilmeyen bir profil çizdi. Fedakârlık ve isarı ile de yürümüş olduğu bu ilahi yolda kararlıca mücadele etti…” (Ayetullah Seyyid Ali Hamane-i)
Allame Seyyid Hüseyin Fadlallah, onun için; “Allah onun gönlüne imanı koydu. Tüm yaşamını İslam davası uğrunda harcadı, insanları örgütleyip harekete geçirerek inkılâp ve direniş ruhunu uyandırdı” demişti.
Seyyid Hasan Nasrallah da onu tarif ederken şöyle demişti: “O Kerbela için doğmuştu. Onun kalbi İmam Hüseyin diye atıyordu. Onun damarlarındaki kan inkılâp ruhu ile dolaşıyordu.”
Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi onun ve tüm şehitlerin üzerine olsun. Ve bizleri de onların gitmiş oldukları kutsal yoldan ayırmasın. Mübarek kanlarının bereketi ile İslam düşmanlarını, kâfir ve zalimleri kahru perişan etsin. Âmin