HANGİ GEMİ?
HANGİ GEMİ ?
1900’lü yılların başlarında ziraat toplumundan sanayi toplumuna geçen batı(lın) insanları, kainata hükmettikleri zannına kolayca kapılmışlardı. Sanayi alanında ürettikleri yeni ürünlerin, geliştirdikleri yeni makinaların ve insanlık hayatını altüst eden; nice hayatları yok edip nice ocakları söndüren yeni silahların sayesinde aç gözlülükleri artmış, iştahları kabarmış dünyanın her yerine göz dikmişlerdi. Bir çok ülkeye saldırıp o yerlerin gerçek sahiplerini katletmiş ; ve o yerlerin yeraltı ve yerüstü bütün zenginlik kaynaklarını tar-u mar etmişlerdi. Bedava elde ettikleri bu zenginlik sayesinde nefislerinin her isteğini yerine getirmek için adeta birbirleriyle yarışmaya başlamışlardı.
Yaptıkları bunca zulme yeterince karşı duran olmadığından azgınlıkları artmış; kendilerini o derece büyük ve kuvvetli görmeye başlamışlardı ki hiç bir gücün ve kuvvetin kendilerini yıkamayacağını düşünerek adeta kainata meydan okuyorlardı. Bu kibirden dolayı o güne kadar imal edilen gemilerin en büyüğüne “TİTANİC” ismini vermişlerdi. Çünkü Yunan Mitolojisindeki en ünlü tanrılardan birinin ismi “Titanic” idi. Geminin büyüklüğü, yapımında kullanılan son teknoloji, insanların başlarını döndürmüştü. Seyahat için gemiye binenler ve bir çokları arasında sık sık şu cümle tekrarlanıyordu; “Bu gemiyi Allah bile batıramaz.” Gelin görün ki bu devasa gemi 1912 yılının 14 Nisanı 15 Nisana bağlayan gecesinde Kanada yakınlarında daha ilk seferinde bir buz dağına çarparak okyanusun derinliklerine gömülmüştü.
Zamanına göre içi son derece lüks olan geminin her tarafı pırıl pırıldı. İçerisinde bir defada beş yüz kişi alan yemek salonları, kabul salonları, sigara ve kahve salonları, okuma salonları, yatak odaları, asansörleri, banyoları , alaturka hamamlarına kadar her şey vardı. Kısaca gemi her türlü lükse ve şatafata sahipti. Geminin büyüklüğü ve sağlamlığı sebebiyle batmasına ihtimal vermedikleri için ; geminin batışı esnasında bile herkes zevk-u sefasına devam etmiş; hatta ve hatta gemide bulunan orkestra okyanusun serin suları boyunlarını aşana kadar müzik icrasını sürdürmüştü…
Bir diğer olay da Hz.Nuh’un (a.s.) kıssasıdır. Kırklı yaşlara ulaşınca kendisine peygamberlik verilen Hz.Nuh (a.s.) yıllarca kavmine tebliğde bulunmuş; onları bütün kainatı yaratan, rızıklandıran, terbiye eden; varlığı ve birliğiyle tek olan, bütün gücün ve kuvvetin sahibi, yegane kudret sahibi olan Allah’a (cc) davet etmiştir. Kötü ve çirkin işler işlemekten uzaklaştırmaya; iyi ve güzel işler yapmaya, Allah’ın (cc) emir ve yasaklarına uymaya davet etmiştir. Ne yazık ki yüzyıllar boyunca bu çağrı ve davete Hz.Nuh’un (a.s.) kavmi kulak tıkamış; Hz.Nuh (a.s.) ve O’na (a.s.) inananlara işkenceler yapıp her türlü eza ve cefayı onlara layık görmüşler ve onlarla dalga geçmişlerdir. Artık davetin bir fayda sağlamadığını gören Hz. Nuh (a.s.) kavminin bu durumunu Allah’a havale etmiştir. Allah-u Teala da O’na bir gemi yapmasını ve o gemiye sadece kendisini ve kendine inananları almasını emretmiştir. Geminin yapımı bitip kendine inananları ve hayvanattan bir çok çifti gemiye alarak görevini yerine getirmiştir. O saatten sonra hak vaki olmuş; Allah-u Teala (c.c.) tufanını göndermiş, Hz.Nuh (a.s.) ve O’na (a.s.) inananlar haricinde her şey helak olup gitmiştir.
İşte Bu iki örnekte olduğu gibi doğum sahilinden demir alıp, rotası ahiret olan ve mezar limanında son bulacak olan dünya denizinde insanı bekleyen iki gemi vardır. Bu gemilerin yol alacağı dünya denizi öyle sessiz sedasız gidilebilecek bir yol da değildir. Her türlü arzu ve istek fırtınalarının olduğu; koca koca kibirlenme ve büyüklenme dalgalarının şahlanıp, içindekileri sağa sola savurduğu; her büyüklükte şehvet, makam ve mevki gibi buz dağlarının olduğu bir yoldur.
Bu yolculukta insan istese de, istemese de bir tercih yapmak zorundadır. Ya insanın ilk yaratılışında Allah’ın (cc) emrine boyun eğmeyip tekebbür eden; kıyamete kadar insanları saptırmak için Allah’tan (cc) izin isteyen şeytanın başını çekip, kaptanlığını yaptığı Batıl (Titanic gemisi) cephesini tercih edecektir. Ki tarihe baktığımız zaman bu grupta, önderliğini Nemrutların, Firavunların, Karunların, Bel’amların , Ebucehil ve Ebu Leheblerin, Muaviye ve Yezidlerin; günümüzde ise Büyük Şeytan Amerikanın, siyonist İsrailin, islam ümmetinin bedenine yerleşmiş ve her geçen gün O’nu İslami görünümüyle içeriden kemiren Deccal-i Süfyanın ve onlara abd olmuş insanların olduğu görülmektedir. Bu safta yer alan insanlar geçici dünya hayatına aldanmış gerçek yaratıcıları olan Allah(cc)’u unutup nefislerini ilah edinmişlerdir. Ki zaten insanların çoğunluğu batıl üzeredir. Ve bu grupta yer alan insanların varacağı yer de cehennemdir.
Ya da daha yaratıldığı ilk andan itibaren Allah’a (cc) kul olan O’nun emir ve yasaklarına uyan; meleklerden de üstün olup Eşref-i Mahlukat derecesine yükselip; Allah’ın (cc) yeryüzündeki halifesi olma şerefine nail olan ve Hak (Nuh’un Gemisi) cephesini temsil edenleri tercih edecektir. Ki bu grup Hz. Adem’in, Hz.Nuh’un, Hz.İbrahim’in, Hz.Musa’nın, Hz.İsa’nın (a.s.) ve Hatemül Enbiya olan Hz.Muhammed’in (s.a.a) bulunduğu ve kendinden sonra peygamber gelmeyeceğinden dolayı; insanların gerisin geriye dönüp sapmaması için ümmetine bıraktığı iki ağır , azam(büyük) emanetten biri olan Ehl-i Beyt-i Rasulullah’ın, Hz.İmam Ali, Hz.İmam Hüseyin (a.s.) ve yüzyıllardır beklenen Hz.İmam Mehdi’nin (a.f.) olduğu Secere-i Tayyibe’nin grubudur. Kim ki onlara sarılır ve onlara uyarsa, hem dünya hayatında hem de ahiret hayatında kurtuluşa erer. Bundan dolayıdır ki Hz.Resulullah (s.a.a.) “ Benim Ehl-i Beyt’im Nuh’un Gemisi gibidir. Binen kurtulur; binmeyen boğulur,” fermanıyla kendisinden sonra dünya tufanında insanları sağ salim sahile ulaştıracak olan geminin EHL-İ BEYT-İ RASULULLAH (a.s.) olduğunu beyan etmiştir.
Ve günümüzde dinin Süreyya Yıldızında olduğu, İslam’ın sadece ferdi boyutunun ön plana çıkarılıp, toplumsal boyutunun içtima-i hayattan uzaklaştırıldığı; her türlü fitnenin, fesadın, zulmün, yağma ve talanın zirve yaptığı dünya denizinde, insanların feryadının arş-ı alaya çıktığı bir zamanda, şarktan nurlar inkişaf etmiş, kaptanlığını Ehl-i Beyt-i Resul olan Hz.İmam Ruhullah HUMEYNİ’ nin (r.a.) yaptığı Nuh’un Gemisi olan İRAN İSLAM İNKILABI her tarafı aydınlatmaya; dünyadaki zulümatı dağıtmaya başlamış ve insanlığın tek ümit kaynağı olmuştur.
Dolayısıyla her insan gideceği yolu da; bineceği gemiyi de çok dikkatli bir şekilde seçmelidir. Ya bindiği gemi “TİTANİC” gibi batar. Ya da “NUHUN GEMİSİ” gibi sağ salim sahile varır.
Ne mutlu o “NUHUN GEMİSİ”ne binip kurtulanlara…
Ne mutlu o EHL-İ BEYT-İ (a.s.) tanıyıp; onlara biat edip kurtulanlara….
Zeynel Abidin ŞEHİDOĞLU
Allah razı olsun. Güzel bir karşılaştırma olmuş.
Es Selamu aleykum Tamamda sen şimdi direk şiayi övdün övdün bitiremedin hertarafta suan gemi var herkes bir gemi yapmis benim gemim batmayan gemi diyor nasil olacak bu nasil cikacak bu kadar insan bu belirsizlikden insanlar nereye gidiyor kimin pesinden gidiyor cennete gitmeyi istiyoruz fakat cehenneme götürecek seyler yapiyoruz ALLAH sonumuzu hayr eylesin amin .
Muavuyeni koşmayin yaa eger hakiki alevi olsaniz.