Hasan Nasrallah: Gelecek Savaşta Zafer Bizimdir
Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah El-Menar kanalıyla İsrail ile yapılan 33 günlük savaşın çeşitli boyutları hakkında konuştu.
Birçok Arap ülkesi 33 günlük savaşta İsrail’i destekledi
Hasan Nasrallah, ‘siz 2006 yılı Temmuz ayındaki 33 günlük savaşta Lübnan Direniş Kuvvetlerinin zaferini ilahi bir başarı olarak nitelendirdiniz. Acaba gerçekten de askeri eşitsizlik nedeniyle bir mucize ve gaybi bir yardım söz konusu muydu?’ sorusu üzerine şunları söyledi:
“ Bu savaşın değerlendirilmesindeki matematiksel ve mantıksal bakış farklıdır. Üç ve üçün toplamı altıdır ve hiçbir zaman üç ve üçün toplamı altmış olamaz ama üç ve üç altı yüz toplamını düşündüğünüzde sonuç, denklemlerin dışındadır. Ve nasıl böyle olduğu sorusu gündeme gelir. Şimdi savaşa dönelim. İlk olarak bu savaşta İsrail Ordusu bölgedeki en güçlü ordu olarak savaşta bulunuyordu. İsrail Ordusu dünyadaki en güçlü on ordu arasında yer almaktadır. İsrail’in bölgedeki en güçlü ordu olduğu konusunda ve Batı Asya’da en güçlü hava kuvvetlerine sahip olduğu noktasında hiçbir tartışma söz konusu değildir. İsrail askeri bir rejimdir. İsrail halkı da askeridir ve bu rejim diğer ülkeler gibi devlet, asker ve halk bölümünden oluşmamaktadır. Amerika ve diğer bir tabirle uluslararası toplum ve birçok Arap ülkesi bu savaşta İsrail’i desteklemiştir.
İsrail bu savaşta geniş çaplı bir şekilde medya, siyasi, mali ve askeri destek görmüştür. İsrail için hava köprüsü kurarak bu rejim için füze sevkiyatı yapmışlardır. İsrail savaşın ilk günlerinde bütün akıllı füzelerini kullanmıştı. Savaşın ilk günlerinde İsrail’in hava saldırıları çok geniş çaplı ve şiddetliydi. Bu saldırılar karşısında bir halk direnişi vardı. Uzun ve geniş bir ordudan bahsetmiyoruz. Bir kısım Lübnan halkından oluşan bir halk direnişinden bahsediyoruz. Biz bu savaşta saygı göstermek ve değer vermek için Lübnan halkı tabirini kullanıyoruz ama hakikat şu ki bu savaşta Lübnan halkının bir kısmı Direnişin yanındaydı ama Lübnan halkının diğer kısmı da bu savaşta farklı bir görüşe sahipti.”
Arap halkı 33 günlük savaşta Direnişi destekliyordu
Seyyid Hasan Nasrallah konuşmasının devamında şunları söyledi: “ O günlerde Lübnan hükümetinde görüş ayrılıkları vardı ama Direnişe karşı komplo kurdukları söylenemez. O zamanki Lübnan Cumhurbaşkanı Emil Lahud ve Lübnan Meclis Başkanı Nebih Berri bizim tarafımızdaydı ama hükümette görüş ayrılıkları mevcuttu. O zamanki Lübnan Başbakanı Fuat Sinyora ve birçok milletvekili karşı taraftaydı. Arap rejimlerinin duruşu çok açıktı ama Arap halkı bizimle birlik ve beraberliklerini belirtiyor, protestolar düzenliyor, bize olan sevgilerini gösteriyorlar ve bizi destekliyorlardı ama bu durum savaş meydanına etki eden bir durum değildi. Bu durum sadece askerlerin sakinleşmelerini ve Arap ülkelerinde kendilerini destekleyen bir halkın olduğunu anlamalarını sağlıyor ve sadece psikolojik ve manevi destek veriyordu. Savaş meydanındaki mali, siyasi, diplomatik, askeri ve güvenlik desteği Siyonist düşman yararınaydı ve istisna olarak sadece İran ve Suriye bizi destekliyordu.
2006 yılında Uluslararası ve bölgesel olarak Direnişi yok etme kararı aldılar
Direniş kuvvetlerinin sayısına, teçhizatlarına, savaşın coğrafi alanına, bölgedeki gelişmelere ve bize karşı kullanılan ateş hacmine dikkat etmeliyiz. İsrailliler kendileri, bu rejimin 2006 yılında Lübnan savaşındaki hava saldırılarının Arap ülkeleriyle yapılan savaşlardan çok daha fazla olduğunu itiraf ettiler. Aynı zamanda bu savaşta uluslararası ve bölgesel olarak Direnişi ortadan kaldırma kararı alınmıştı ama görüyorsunuz ki, Direniş kazandı. Bu yüzden bu mukaddime matematiksel ve mantıklı bir denklem değildir ve Direnişin zaferi normal kural ve denklemlerin dışındadır ve bu zafer Allah’ın iradesi, takdiri ve yardımıdır. Benim bu savaşta ilk gününden otuz dördüncü güne kadar olayların detaylarını dikkate alarak yaptığım tek açıklama bu zaferin Allah’ın müminlere, mücahitlere, sabır ve direniş ehline vaat ettiği zafer olduğudur.
Direnişin zaferi bazı Arap ülkelerini endişelendirdi
Hizbullah Genel Sekreteri, ‘bu günler Direnişin 33 günlük savaşta zaferlerinin onuncu yıldönümü günleridir ama ben Beyrut havaalanından itibaren zafere ait hiçbir iz ve pankart görmedim. Bu izlere sadece Güney Lübnan’da rastlanıyor. Neden Arap halkı zaferlerinden utanıyor ve yenilgileriyle iftihar ediyorlar?’ sorusu üzerine şunları söyledi:
“ Bazı konularda durum daha kötü. 2000 yılında Siyonistler yenilerek çok rezil ve aşağılanarak Lübnan’dan çıktılar. Bu zafer gerçek bir Arap zaferiydi ve bu zaferde hiçbir siyasi, güvenlik ve askeri konunun rolü yoktu. İsraillilerin geri püskürtülmesinde hiç kimse hayatını kaybetmedi ve yaralanmadı. Ben bu olayda espri olarak, ‘ sınırda bir tavuk bile öldürülmedi’ demiştim. Bu olayda binlerce Siyonist uşağı bulunmasına rağmen, hiçbir ev yıkılmadı. Kilise ve mescit gibi hiçbir dini mekân zarar görmedi. O zaman bile Lübnan’da bazıları İsrail nasıl olurda sınırda yenilir diye bu zaferden hoşlanmadılar ve üzüldüler. Bu üzüntüyü bazı Arap ülkeleri de yaşadı ve bu zafer onları derinden üzdü. Bu durum 2006 yılı Temmuz ayındaki savaş için de geçerlidir. O günlerde Lübnan’da ve Arap ülkelerinde bazı kişiler İsrail’in bu savaştaki zaferine ümit bağlamışlardı ve bu ümide dayanarak rüyaları, hedefleri ve planları vardı. Gece Gündüz Direnişin yenileceği ve İsrail’in kazanacağı ümidindeydiler ve böylesi bir atmosferde ve ortamda, Direniş kazandığı zaman diğer tarafların mutlu olmasını mı bekliyorsunuz, doğal olarak öfkeleneceklerdir.”
Lübnan Hükümetinde bazılarının komploları 33 günlük savaşın uzamasına neden oldu
Seyyid Hasan Nasrallah, ‘ Bu savaşta bazılarının sadece Direnişin yenilmesini ümit ettiklerini değil, hatta Seyyid Hasan Nasrallh için bir hapishane hazırladıkları yönünde üzücü bir haber duydum’ yönündeki soru hakkında şunları söyledi:
“ Biz, Lübnanlılar ve diğer taraflar arasındaki siyasi müzakerelerin ayrıntılarına vakıfız. Savaşın son günlerinde Avrupa’nın büyükelçilerinden biri, Hizbullah’ın uluslararası ilişkilerdeki bir yetkilisiyle telefon görüşmesi yaptı. O dönemde Hizbulah’ın uluslararası ilişkiler sorumlusu Seyyid Nevaf El- Musevi’ydi ve bu büyükelçiye şahsi olarak gelip görüşme yapabilir misiniz diye sordu ve Beyrut’un batısında bir görüşme bölgesi belirlediler ve bu büyükelçiliğin temsilcisi geldi. Bu temsilci Nevaf El-Musevi’ye, ‘ Lübnan Hükümetinde daha fazla çaba gösterin, çünkü Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi karar aldı. İsrailliler savaşa devam etmek istemiyorlardı ve bu savaşı sonlandırmak için son derece ısrar ettiler ve talepte bulundular. Amerikalılar, İngilizler ve Güvenlik Konseyinin diğer daimi üyeleri de bu savaşı durdurmak istiyorlardı ama sorun Lübnan hükümetindeydi’ dedi.
Savaş, savaşın son günlerinde çok şiddetlenmişti ve bu savaş 14 Ağustos’tan önce duracaktı ama bu savaş Lübnan Hükümetinin tutumu sebebiyle birkaç gün daha uzadı. O günlerde Lübnan hükümetinden bölgedeki belirli ülkelere bağlı olan bazıları, bu savaşın uzamasına neden oldular. Bu savaşın durdurulması yönünde tüm ayrıntılarına kadar anlaşma sağlandıktan sonra, Lübnan içerisinde bir grup, ‘ Direniş Litani nehrinde bulunurken ve direniş silahsızlanmamışken bu savaşın durdurulması nasıl mümkün olabilir’ şeklinde söylemlerde bulundular.
Durum böyleydi ve bu grup aynı şekilde bu tutumuna devam etmektedir. Biz savaştan sonra ülkeyi kalkındıracağımızı, sorunları ve düşmanlıkları aşacağımızı söyledik. Nebih Berri iltifatta bulunarak Direnişle bir alakası olmamasına rağmen Lübnan Hükümetini Direniş Hükümeti olarak nitelendirdi.
48 yılından itibaren Arap politikacılar İsrail’i düşman olarak görmüyorlar
1948 yılından itibaren Arap Rejimleri ve bu rejimleri kullanan tüm siyasi kuvvetler İsrail’i düşman olarak görmüyorlar ve Filistin, Lübnan ve Arap halkının onurunu ve izzetini asla önemsemiyorlar.
Belki sizler bu durum karşısında şaşırabilirsiniz ama bu artık bizim için normal bir durum. Biz 2000 yılındaki zaferimizi Lübnanlılara, Filistinlilere, Müslümanlara, Araplara ve dünyadaki tüm özgürlere armağan ettik ve bu zaferle ilişkisi olan ve olmayan herkesten teşekkür ettik. Biz 33 günlük savaştaki zaferimizi de herkese armağan ettik ama bu savaşın yıldönümünde bazılarının bu zaferi inkâr ettiğine şahit olduk. İsrail on yıl önce bu savaştaki yenilgisini itiraf etti. İsrail bu yenilgiden sonuçlar çıkarıyor ve bu savaşın yıldönümünde programlar düzenliyor. Tüm İsrailli yetkililer savaşın onuncu yıldönümünde bir tutum ve duruş sergiliyorlar. İsrail’in eski ve şimdiki başbakanı, savunma bakanları ve eski ve mevcut ordu komutanları, İsrail güvenlik kuruluşları bu savaş üzerinde duruyorlar.
İsrailliler en çok savaşın onuncu yıl dönümünde bu savaş üzerinde durdular. İsraillilerin hepsi bu savaşta yenildiklerini kabul ediyorlar ama Lübnan’da ve Arap rejimlerinde bazıları ve özellikle de Körfez Arap ülkelerine bağlı medya bu zaferi kabul etmiyor. İsrail bu savaşta yenildiğini ama medya İsrail’in bu savaşta kazandığını söylüyor. Bu tutumların siyasi ve psikolojik geçmişi vardır ve bizim için bu konu normaldir.
Eğer Lübnan’a karşı yeni bir savaş başlatılırsa, Direniş kazanacaktır
Seyyid Hasan Nasrallah, ‘ siz 33 günlük savaşın ilk günlerinden itibaren zafer vaat ettiniz, bu zafer vaadi neye dayanıyordu’ sorusuna şöyle yanıt verdi:
“ Bu vaat hakiki imana dayalıydı. Ben ve kardeşlerim, Allah’ın müminlere, mücahitlere ve sabır ehline verdiği vaade iman ediyor ve inanıyoruz. Öte yandan ilahi zaferin şartları oluşmuştu ve bu meydana geldi. Eğer Lübnan’a karşı yeni bir savaş başlatılırsa ben Direniş Kuvvetlerinin bu savaşı kazanacağından eminim. Allah-u Teâlâ Direnişin yardımcısıdır. Bu şartların oluşması belirli konular üzerinedir ve ilk olarak biz isteklerimizin hak olduğunu biliyoruz.
Kişi batıl ve zulüm üzere savaşırsa Allah’ın desteği ve yardımına nail olamaz. Bizim İsrail ile savaşımız ilk günden kıyamete kadar hak üzere bir savaştır ve bunda hiçbir şüphe yoktur. İkinci olarak biz Allah’ın vaadine güveniyoruz. Üçüncü olarak, Allah-u Teâlâ bizden hazırlıklı olmamızı istemiştir. Allah-u Teâla bizden ülkeyi savunmak için dünyanın en güçlü hava kuvvetlerine sahip olmamızı istememiştir, bizden sadece elimizden geldiği kadar kendimizi donatmamızı ve hazırlıklı olmamızı istemiştir.
33 günlük savaş Allah’ın rızasını kazanmak için yapılan bir savaştı
Biz kendimizi Suriye’de üretilen Katyuşa ve uzun menzilli füzelerle donattık. Tel Aviv’i hedef alabilecek füzelere sahibiz. Hava savunmasında, savaş gemileri ile mücadele etmede kendimizi çeşitli füzelerle donattık ve eğitim görmüş özel kuvvetlerimiz var. Allah-u Teâlâ elimizden gelenin bu olduğunu biliyor. Biz 2000 yılından 2006 yılına kadar uyumadık ve gece gündüz çaba gösterdik.
Bu süre zarfında bazı kardeşlerimiz şehit oldu. Biz 2000 yılından itibaren İsrail’in bu yenilgi karşısında sessiz kalmayacağını ve bir gün saldıracağını biliyorduk. Bu yüzden kendimizi askeri, kültürel, iman ve medya yönünden donattık ve Allah’ta imkânlarımızın bu kadar olduğunu biliyor. Direniş kuvvetleri itaatkâr ve müttehit bir gruptur. Direniş kuvvetleri arasında hiçbir tartışma ya da kavga yoktur. Çünkü kavga yenilgi demektir. Allah-u Teâla kendi içerisinde hatta savaş hakkında tartışan bir gruba ilahi destek vermez. İlahi zaferin şartlarından biri, birbirine bağlı ve itaatkâr kuvvetler olmaktır. Ben bu konuda güzel bir rivayete rastladım. Allah-u Teala Kadir Gecesinde bütün kullarına rızık, başarı, ömür ve çeşitli nimetler bahşediyor ama meleklere, eğer iki kul birbiriyle tartışırsa, onlar barışana kadar onları kendi hallerine bırakmalarını söylüyor.
Bu yüzden bu rivayete göre Allah-u Teâla bizden birbirimize bağlı olmamızı istiyor ve direnişte bu bağlılık mevcut. Aynı zamanda Allah-u Teâlâ bizden çok çaba göstermemizi de istiyor. Tehditlerle mücadelede , fırsatları değerlendirmede, mücadeledeki taktik ve stratejiler konusunda yoğun çaba gösterdik. Böylece bütün şartları yerine getirdik. Ben Hizbullah’ın bütün kuruluşlarının tüm faaliyetlerini takip ediyorum. Allah’ın yardımına mazhar olmanın en önemli şartlarından biri de ihlaslı olmaktır. 33 günlük savaşta bulunan Direniş Kuvvetleri, Arap ülkelerinde övülmek ya da dünyalık menfaatler elde etmek için bu savaşa katılmadılar. Bu savaş gerçekten de Allah’ın rızasını kazanmak ve vazifeye amel etmek için yapılan bir savaştı ve bu kıyamette bizden sorulacak. Direniş Kuvvetleri arasında iman, ahlak, sabır, akıl ve en üst düzeyde çaba ve hazırlık bulunmaktadır ve bizler Allah’ın kuluna yardımı için gerekli olan tüm şartları oluşturduk.
33 günlük savaşta zafere ulaşılacağı daha ilk günlerden belliydi
Temmuz savaşında zafere ulaşılacağı daha ilk günlerden belliydi ve kesin zafere savaşın son günlerinde ulaşıldı. Bütün herkes dünyanın en güçlü ordularından olan İsrail’in her şeye sahip olmasına ve bu savaş için planlar çizmesine rağmen bizim karşımızda korku içerisinde olduğunu biliyordu ve bundan emindi. Allah-u Teâlâ Lübnan halkı arasına güven ve İsrailliler arasına korku ve endişe yaymıştı ve biz bu durumu Allah’ın müdahalesi olarak görüyoruz. Ben Allah’ın müdahalesine yakin ediyor ve inanıyorum ve bu yakin de kendiliğinden ve aniden gelişen bir imana dayalı değil. Bu iman, delil, mantık, Kur’an-i anlayış ve İlahi yardımın şartlarına dayalı bir imandır ve bu durum gelecek için de geçerlidir. Direniş birbirine bağlı, ihlaslı ve hazırlıklıdır ve gece gündüz çaba göstermekte, bu dünyadan hiçbir teşekkür ve karşılık beklememekte, Allah- u Teâlâ’dan mükâfat dilemektedir. Allah-u Teâlâ böyle insanlara neden yardım etmesin ki. Allah-u Teâlâ söz vermiştir ve verdiği sözden geri dönmez.”
Seyyid Hasan Nasrallah El-Menar Kanalı ile yaptığı röportajın devamında, ‘tarih boyunca zafer kazanan taraf gücü eline alır ama size baktığımızda bunun olmadığını görüyoruz. Siz bu savaşta şehit verdiniz ve gerçek anlamda bir zafere ulaştınız. Acaba dar görüşlü kişilerin şehitlere ve bu zafere hakaret etmesine neden olan şey sizin takva ve imanınız mıydı?’ sorusuna şöyle yanıt verdi:
“ Takva ve dindarlık meselesi değil. Bir ülkeyi yönetmek için bazı sorumluluklar var ve bazıları dünya, makam ve mevki elde etmek için bu sorumlulukları üstleniyorlar ve insan bu konuda takvalı olmalı ama ülke idaresinin bir bölümü ekonomik, toplumsal, güvenlik ve kültürel sorunları halletmek için üstlenilen sorumluluklardır ve bu alanda görevler yerine getirilmelidir. Biz bu sorumlulukların yerine getirilmesini göz ardı etmiyoruz. Lübnan’da ülkeyi fakirliğe sürüklemek pahasına iktidarda kalmak isteyen siyasi bir grup var ve bu kişilerin büyük çoğunluğu ülkeyi yağmaladılar. Maalesef bu kişiler kendi kabileleri tarafından desteklenmekteler. Lübnan’da bir kişi hırsızlık ya da yolsuzluk yapsa da seçimlerde yakınları ve kabilesi tarafından destekleniyor ve seçiliyor. Biz 2006 yılındaki zaferden sonra Direniş Kuvvetlerinin bu savaşta kazandığını ve tarihi bir başarı elde ettiğini söyledik. Eğer biz o zaman gücü bize verin demiş olsaydık, Lübnan bir iç savaşa ve sonu olmayan bir fitneye doğru giderdi.
Lübnan’da her şey çok kısa sürede mezhepsel ve kabilesel bir hal alıyor. Bizim iktidarda bulunmamız halka hizmet için olmalıdır ama iktidara gelmek yıkıma ve kabileler arası bir savaşa sebep olursa, bu bizim hedefimiz değildir ve bu hedefe ulaşmanın haram olduğu bile söylenebilir ve ne pahasına olursa olsun iktidarda bulunmak istenmemelidir. Tarih boyunca zafere ulaşan taraf halkın geniş desteğiyle karşı karşıyadır ama Lübnan’da Direniş Kuvvetleri mezhep kargaşalarıyla karşı karşıyadır.
Maalesef Lübnan halkının bir kısmı Direnişin zaferine üzüldüler. Lübnan’da büyük tartışma ve kavgalar söz konusudur. Bazıları Hizbullah’ın şehit verdiğini ve fedakârlıkta bulunduğunu söylüyorlar. Hizbullah’ın parlamentodaki milletvekilleri bu konuyu sınırlı olarak dikkate alıyorlar. Böylesi konular, ülkeyi bir iç savaşa, mezhepsel fitnelere götürmemek için sınırlı bir şekilde değinilen konulardır. Bizim bu konulara şer-i ve akli olarak dikkat etmeye çalışıyoruz. Durumu bundan daha kötüye sürüklememeliyiz.”
Seyyid Hasan Nasrallah, ‘ben tarihin Direnişin 2000 ve 2006 yılındaki savaşlardaki zaferleri konusunda insaflı davranacağını düşünmüyorum. Siz yüzyıldan sonra tarih sayfalarında size adaletli bir bakış olacağını düşünüyor musunuz?’sorusu üzerine şunları söyledi:
“Gündemdeki konulardan biri, birçok tarih kitabı hakkında şüphe olmasıdır. Bizim zamanımızda her şey mevcuttur. Ses kayıtları, resimler, belgeler ve medya bulunmaktadır ve bunlar gerçeklerin ortaya çıkmasında kullanılan araçlardır. Geçmiş yüzyıllarda Fuat Hançer gibi meşhur güneyli şahsiyetler vardı ve Fransızlara karşı Direniş hakkında filmleri bulunmaktaydı. Bu konuda, Fransız işgalcilerle savaşanların Direniş Kuvvetleri mi yoksa hırsızlar mı olduğu konusunda tartışmalar mevcuttur.
Bu elli yıl öncesine ait bir olaydır. Şu an, uyuşturucu kaçakçılığı, hırsızlık ve kara para aklama gibi bize karşı birçok iftirada bulunulmaktadır. Amerika ve Körfez Arap ülkelerinin desteklediği medyanın bizim aleyhimizde gündeme getirmediği hiçbir kötülük kalmamıştır. Bizim için on yıl sonra, ‘Hasan Nasrallah Direniş lideri değil, bir uyuşturucu çetesi lideriydi demeleri şaşılacak bir durum değildir. Biz her şeyin ortaya çıkacağı kıyamet gününü düşünüyoruz.
O gün Arap ve Amerikalıların parası ve medyasının ve yalancıların hiçbir faydası olmayacaktır ve o gün Allah-u Teâlâ gerçeklerin aşikâr olmasını emredecektir ve herkes yaptıklarının cezasını çekecektir ve işte o gün ebedi hayat başlayacaktır. Bizim mantığımız budur. Dünyadan bir teşekkür beklemiyoruz ve dünya malı istemiyoruz. Temmuz savaşı günlerinden ölüm anına kadar asıl konu Allah’ın bizden razı olmasıdır. Kıyamet günü Allah’ın rızasına nail olmayı ümit ediyoruz.
Lübnanlıların bir arada yaşmaktan ve sorunları çözmekten başka bir çaresi yoktur
Hizbullah Genel Sekreteri şu ifadelerde bulundu: “ Temmuz savaşından sonra Lübnanlıların büyük bir kısmı evlerini terk etmek zorunda kalmıştır ve onların büyük bir kısmı Şiidir ve onların arasında Hristiyanlar, Sünniler, Dürziler ve diğer kabilelerden kişiler bulunmaktadır. Maalesef 2005 yılından itibaren karşımızdaki taraf bölücülük ve fitne peşindedir. El-Mustakbel hareketi gece gündüz bize hakaret ederken, biz nihayetinde onlarla hükümet kurmak zorundayız. Bizim söylemimiz şu, Lübnanlıların birlikte yaşamaktan ve sorunları halletmekten başka bir seçeneği yoktur. Ben El-Mustakbel hareketinin de bulunduğu bir hükümeti kabul ettiğimde Hizbullah taraftarları tarafından bir sorunla karşılaşmam. Çünkü bizim ilk günden beri söylemimiz birlik ve beraberlik içinde olunması yönündedir. Bazıları kin ve nefret dağının oluşmasına izin verdikleri sürece, bu durum ülke için sorun oluşturacaktır.
33 günlük savaşta halkın direnişi en önemli sahneydi
Seyyid Hasan Nasrallah, ‘Temmuz savaşında yaşanan olaylardan sizi etkileyen en önemli sahne neydi?’ sorusuna şöyle yanıt verdi: “ Halkın istikrarı ve direnişi en önemli sahneydi. Bu istikrar ve direniş, onların sabır, güven, bilinç ve anlayışını kapsıyordu. Halkın savaş ve siyasi konulara olan bilinci çok çarpıcıydı. Çocukların ve mültecilerin sahip olduğu bilinç belki de bir üniversite öğretim üyesinden daha fazlaydı. Bu bizim temel gücümüzdü. Temmuz savaşındaki ilahi müdahalelerden biri Lübnan halkının gönlüne ferahlık vermek ve İsrail Ordusu ve toplumu arasına da korku ve vahşet yaymaktı.
İlahi cilvelerden biri de 14 Ağustos’ta yaşandı. Biz halka evlerinize dönün dedik ama halkın evlerine dönüşü zorla değil, organize bir şekilde gerçekleşti. Saat sekiz, çatışmaların durduğu saatti. Halk Direnişin bu anlaşmaya bağlı kalacağından emindi ama İsrail’in bu anlaşmaya bağlı kalacağına dair bir güven yoktu ve başka cinayetlerin işlenmesi mümkündü. Halk yıkılmış evlerine döndü. Güney Lübnan’ın büyük bir kısmı misket bombalarıyla doluydu. Halk saat sekizden önce valizlerini topladı ve saat sekizde evlerine döndü. Ben onları evlerine Allah’ın götürdüğüne inanıyorum. 14 Temmuz’da savaş durmamıştı, komplo ve fitneler devam ediyordu.
O günlerde, mültecilerin Hizbullah silahsızlanana kadar evlerine dönmemesi yönünde bir komplo gündemdeydi. Maalesef bu karar bazı bölge ve ülke içerisindeki taraflarca alınmış bir karardı ve İsraillilerden kendilerinin planlarıyla işbirliği yapmasını istediler. Oysaki bu rejim böyle bir işbirliği yapamazdı. Bu komployu evlerine dönerek yerle bir eden halktı. Halk evleri yılık olmasına ve bölgede misket bombaları bulunmasına rağmen bölgelerine geri döndüler. Bu sahneler insanı etkileyen sahnelerdir.
Düşmanlar Hizbullah taraftarlarının bilincini hedef almak istiyor
Temmuz savaşından bu güne kadar halkı Hizbullah’tan uzaklaştırmak için büyük paralar harcanıyor ve bu bağlamda Amerika, Arabistan ve diğer Körfez Arap ülkelerinden harcama yapmalarını istiyor ama buna rağmen yine de hedeflerine ulaşamıyorlar. Şu an Hizbullah taraftarlarının bilincini hedef almak istiyorlar. Bu ülkelerin medyası Hizbullah’a zarar vermek için bütün yolları kullanıyor, pireyi deve yapıyorlar. Onların amacı Hizbullah taraftarlarının iradesine, imanına ve psikolojisine zarar vermek. Temmuz savaşından on yıl geçmesine rağmen bu gün İsrail çok kötü şartlarda bulunmaktadır ve çeşitli eğitim dönemleri oluşturmalarına rağmen, sorunlarını halledememiş, aynı şekilde psikolojik sorunlarla karşı karşıyadır ama biz en iyi şartlarda bulunmaktayız, çünkü psikolojimizi koruduk ve güçlendirdik.
Hasan Nasrallah’ın 33 günlük savaştaki özel hayatı
Seyyid Hasan Nasrallah, ‘Temmuz savaşından sonra Güney Lübnan’a gittiniz mi ve İsrail’in sizin sığınakta yaşadığınız yönündeki iddialarını nasıl değerlendiriyorsunuz?’ sorusuna şöyle yanıt verdi:
“ Evet güneyde çeşitli bölgelere gittim. İsrail’in Hizbullah’a zarar vermek içi ortaya attığı iddialardan biri Seyyid Hasan Nasrallah’ın sığınakta yaşadığıdır ve Temmuz savaşı boyunca bunu iddia etmiştir. Ben sığınakta yaşamıyorum. Geçen on yıl boyunca benim çeşitli siyasi heyetlerle, yerli ve yabancı kişilerle görüşmelerim belirlenen noktalarda düzenlenmiştir ve bizim de normal bir yaşantımız vardır.”
Hizbullah Genel Sekreteri 2006 yılında savaş sırasındaki yaşantısı hakkında şunları söyledi: “Ben de diğer kardeşlerim gibi yaşıyordum. Savaş ortamına dikkat etmek için aile ile bir defa yarım saatlik belirli bir bölgede görüşme gerçekleştiriyorduk. Bütün direniş askerleri ve yetkilileri aileleriyle mevcut iletişim yollarıyla irtibat kuruyorlardı ve hiçbir sorun yoktu. Bu savaşta zaferin en önemli unsurlarından biri, askerlerin ve yetkililerin ailelerinin sabrı, istikrarı, direnişi ve yüksek motivasyonlarıydı.
Amerika ve İsrail neden Suriye’yi yok etmek istiyor
Hizbullah Genel Sekreteri Temmuz savaşından sonra İsrail’in bu savaştaki yenilgisi hakkında birçok araştırma yapıldığını belirterek şunları söyledi: “Geçtiğimiz yıllar boyunca İsrail’de bu savaş hakkında birçok raporlar yayınlandı ve çeşitli konferanslar düzenlendi. Winograd Komitesinden sonra İsrail’de on komite, bu rejimin askeri ve güvenlik açıklarını ve aynı zamanda iç cephesini, polisi, medyayı, hastaneleri ve her şeyi incelediler ve daha sonra bir sonuca ulaşıp bunu sundular.
Bu sonuçlardan biri Hizbullah ile yeni bir savaşa girmenin hesaplanmamış bir maceraperestlik olduğuydu. İsrailliler yeni bir savaşın hızlı, kararlı ve kazanılan bir savaş olması kararı aldılar. İsrail 10 yıldır eğitim ve çeşitli tatbikatlar düzenlemekle Amerika’dan yeni savaş uçakları satın almakla ve füzesavar sistemler kurmakla meşguldür. İsrailliler elde ettikleri sonuçlardan, Hizbullah ile yeni bir savaşta sonuca ulaşamayacaklarını anladılar. İran ile savaşta çok zordu ve bu yüzden nihayetinde Suriye’yi direniş ekseninden çıkarmaya karar verdiler.”
İsrail ve Arabistan’ın Suriye’yi Direniş Ekseninden çıkarma çabaları
Suriye sadece Lübnan ve Filistin’de İran ve Direniş arasında bir köprü değil. Suriye siyasi iradesiyle, İsrail karşısında teslim olmayan, ulusal haklarından ve Filistin meselesinden vazgeçmeyen ve ordu ve siyasi konumuyla Direniş ekseninin bir parçası ve bu eksenin destekçisidir. Temmuz savaşındaki füzelerimiz bu savaşın ana unsurlarındandı ve İsrail’i titretmişti. Bu füzelerin büyük bir kısmı Suriye yapımıydı ve İran’dan ithal edilmemişti. Bu füzeler Suriye fabrikalarında üretilmiş, Lübnan Direniş Kuvvetlerine verilmişti. Bu yüzden Suriye, Direniş eksenin önemli bir parçasıdır. İsrailliler 2006 yılından sonra siyasi olarak Suriye’yi Direniş ekseninden çıkarmaya çalıştılar.
Suudi Arabistan’ın o dönemdeki padişahı Melik Abdullah, Suriye’yi Refik El-Hariri’yi öldürmekle suçlamıştı ama dada sonra Melik Abdullah Şam’a ziyarette bulunarak Suriye ile yeni ilişkiler kurmak istediklerini söyledi. 2006 yılındaki savaşın ardından Suriye ile ilişkilerin kurulması konusu çok şaşırtıcıydı. Bölgedeki birçok ülke Melik Abdullah’tan Suriye’ye gitmesini ve Suriye Cumhurbaşkanı Esad’a odaklanarak, Suriye’yi Direniş ekseninden çıkarmasını istediler. Onlar siyasi olarak ta hedeflerine ulaşamadılar. Onlar Suriye’ye milyar dolarlar teklif ettiler ama Suriye, bağımsızlığını ve siyasi iradesini satmayacağını vurguladı. Onların Suriye ile olan sorunu, bu ülkenin siyasi kararlardaki bağımsız iradesidir.
Suriye’de siyasi olarak hedeflerine ulaşamayınca, Arap baharı hareketiyle bu konudan Suriye’de faydalanmak istediler. Bazıları Suriye’deki savaşın Temmuz savaşının bir devamı olduğunu ve bu savaşın intikamını almak için yapıldığını söylüyor. Bu savaşta sadece Hizbullah hedef alınmamıştı. Amerikalılar anılarında ve notlarında bu savaşın bölgede çeşitli hedeflerle yapıldığı konusuna değiniyorlar.”